Duyuru

Collapse
No announcement yet.

Bir Çalgı Yapımcısının Öyküsü: Temel Şehit

Collapse
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Saat
  • Göster
Tümünü Sil
new posts

    Bir Çalgı Yapımcısının Öyküsü: Temel Şehit

    GazeteMüzik sitesinden alıntıdır.



    Adı Temel Şehit idi. İzmir’de yaşıyordu. Öyle ismi ansiklopedilere girecek kerte olmasa da aşağıda okuyacağınız veçhile hakkında yazdıklarıma, yazacaklarıma değer bir Türk çalgı yapımcısıydı. Ve kimse bu insanların içinde bulunduğu gerçek dünyayı yazmamıştı.

    Bu öykü aynı zamanda bir ibret öyküsüydü (İyi zamanlarında, yani çalgılar konusunda araştırma yaparken gerçekleştirdiğimiz görüşme metni altta sunulmuştur).

    O da her çalgı yapımcısı gibi bu işe çıraklıkla başlamış, çeşitli ustaların yanında çalışmış, büyümüş, kendi çalgı yapım atölyesini kurmuş, hemen her türlü Türk çalgısını yapabilir duruma gelmişti.

    Yurtiçinde ünü yayılıyordu. Bu işin atadan kalma usullerle yürütmek sadece geleneği devam ettirmek olacaktı O’nun için.

    Oysa bu işin yurtdışı kısmı da vardı. Temel Şehit bunu görmüştü. Fakat işin yurtdışı-ihracat kısmı öyle atadan kalma usullerle halledilemezdi. Bu nedenle daha pratik üretim çözümleri gerekiyordu. Teknenin, göğsün, sapın, burgunun daha kısa sürede üretilmesi, bu işten daha fazla ekmek yenmesini sağlayacaktı. İşte burada öncülüğü üstlenen ilklerdendi.

    Temel Şehit geleceği görüp aklını bu yönde kullanan ilk çalgı yapımcılarımızdandı. Düşündü, durdu ve buldu. O zamanlarda belki de hiçbir mühendisin düşünemediği makineler icat etti. Ağaç kurutma, bükme makinesinden burgu makinesine değin birçok hızlı-pratik üretimleri içeren makinelerdi bunlar.

    Üretmek istediği ana çalgı parçaları daha hızlı üretmek için makinesinde-tezgâhında olması gerekli parçaları sanayi sitesinde tornacılara yaptırdı. Kimi parçaları da eski çamaşır makinesi motoru gibi çalgı yapımcılığıyla direkt ilgisi olmayan bir takım hurda makineleri, çalgı parçalarını seri üretim amacıyla kendi düşüncesine uyarladı.

    Artık kendi deyimiyle fabrike olma yoluna girmişti. Burgu, tel bağlam yeri vs. gibi her türlü küçük parçayı seri olarak üretebiliyordu. Tabii ki bütün bunları “kültürel müziğimizin ana öğeleri çalgılarımız yaşasın mantığıyla değil” sadece daha fazla para kazanmak amacıyla yapıyordu.

    Arap ülkelerine çalgı ihracatı bu düşünce ve uygulamalarında temel oluşturuyordu.

    Ud ve darbuka çalgılarıyla başladı işe… Devlet’ten ihracatçı belgelerini aldı. Kanun çalgısıyla devam etti. Bürokrasi işlerinden anlamıyordu ama gözü karaydı. Aklına koymuştu bir kere. Türk çalgılarını ihraç edecekti. Tabii ki bu arada çok para kazanacaktı. Atölyesini genişletti. İzmir-Karabağlar semtinde diğer çalgı yapımcılarına oranla daha geniş bir atölye tuttu. Kardeşlerini de yanına aldı. Bu arada ihracat işlerini bilen kişilere yaslandı bürokratik olarak. Ama kendisi bu işlerden anlamıyordu.

    Dedik ya kafasına koymuştu. Yaptığı çalgıları ihraç edecekti. Arap ülkeleriyle bağlantılara geçildi. Çalgılar paketlendi. Gümrükten yola çıktı ve karşı tarafın gümrüğüne vardı. Fakat evraklarda yazım hataları vardı. Bu hataların giderilmesi zamanlar aldı. Sonunda kendisi gitti Libya’ya, Suudi Arabistan’a, Ürdün’e.

    Zaten zayıf, çelimsiz bir görünümü vardı. Çalgıları gümrüklerde bekliyordu. Yaptığı veya yaptırıldığı ihracat sözleşmelerinde zaman mefhumu vardı. Ve bu zaman mefhumu gümrüklerde bekleme nedeniyle gecikmiş, karşı tarafa tazminat hakkı doğmuştu.

    Buna bir de gümrüklerde çıkan problem nedeniyle antrepolarda yeniden sayılma işleminde çalgıların patates çuvalı atılması, çalgıların hasar görmesine neden oldu.

    Üstüne üstlük kendini bu Arap ülkelerinde işadamı olarak kanıtlayamıyordu. Gözaltına alındı. Parası bitti. Çalgıları harap oldu. Bunlar yetmezmiş gibi bir de alkollü içki içme suçu eklenmişti. Sonunda Ülkesine dönebildiğine şükreder hale geldi.

    Ben Temel Şehit’i Türk çalgıları ile ilgili araştırmalarım sırasında, yani 1985 yılında İzmir-Karabağlar’daki büyük atölyesinde tanıdım. O küçücük cüssesiyle kendini çalgı yapımcılığına adamış tok bir emek insanı izlenimi uyandırmıştı bende. Sadece yapımcıydı. Hırslıydı.

    Ben de hırslıydım mesleğimin baharında…

    Daha sonra ben Okuldan mezun oldum. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde göreve başladım. Sonraları da Edirne Devlet Türk müziği Topluluğu Genel yönetmenliği görevini üstlendim ve İzmir’den ayrıldım(1994). Sekiz yıl sonra 2002’de döndüm.

    Temel Usta ile bu kez İzmir-Basmane semtindeki küçücük iki odalı toprak bir yapıda ilkel koşullarda karşılaştım. Koşulları ne kadar zor olsa da içki zevkini ve dostlarını kaybetmediğini gördüm. Dünyası daralmıştı ama mutluydu. Tekirdağ rakısını alabiliyordu. Oğullarından fayda yoktu. Eşinden de dert yanıyordu. O’na hep “kırmızı kart gösteriyor” diye... Yaşam ipi kertiklenmeye başlamıştı.

    Yalnız başına, çalışma için hiç de uygun olmayan atölye koşullarında yaşı 74’e gelmiş bir halde çalgı yapmaktan yılmıyordu. Tamir için götürdüğüm iki çalgıyı da çok güzel tamir etmişti. Yıl 2005 idi.

    Sonra bir gün (Aralık 2005) öğrendim ki İzmir Devlet Klasik Türk müziği Korosu müdürü Güner Özkan her zamanki yardım duygularıyla Temel Şehit’i, alkolizmden kaynaklanan sağlık sorunlarından dolayı son çare olarak Manisa AMATEM’e yatırmak zorunda kalmıştı.

    Temel Şehit kabullenemedi bu yaşam tarzını. O, her günün akşama varışında rakısının kapağını açmaya programlamıştı hayatının akışını. Zaten başkaca da bildiği gerek biyolojik gerekse sosyolojik bir ritmi yoktu. Var olan yaşam ritmi de AMATEM’de yok olmuştu. Kabul etmedi. Çıkarttı kendini tedaviden. Hastaneden ayrıldı…

    2006 Şubat ayının altıncı günü İzmir-Yeşilyurt Atatürk Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

    Ve orada aynı gün bu dünyadan göçtü…

    Neden yazdık Temel Şehit’i? Çünkü Ülkemizdeki diğer çalgı yapımcılarını, onların mesleki koşullarını göstermesi açısından çok güzel bir örnekti hayat öyküsü. Çünkü hemen hepsinin çalışma koşulları birbirine benziyordu. (Ta ki konservatuar çalgı yapım bölümlerinden mezun olanlar dükkân açma aşamasına gelip, paralarını kazanmaya başlayıncaya dek…)

    Sanırım benim de 1985’de Türk çalgıları üzerine araştırmalarım sürecinde Temel Şehit ile yaptığım röportajı yayınlama sırası geldi…

    TEMEL ŞEHİT GÖRÜŞMESİ

    Ud Yapımcısı
    Tarih: 4 Mayıs 1985
    Yer: Kendi işyerinde, Karabağlar / İzmir

    Ayhan SARI - Ud kaç parçaya ayrılır?
    Temel Şehit - Ud, tekne, göğüs ve sap olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Bunlar kendi içlerinde daha birkaç parçaya ayrılırlar. Mesela burgu, tel, eşikler gibi. Önce tekne sonra sap, ardından kapak, bundan sonra sap ucu ve kaplamalar yapılır. En son zımpara, temizlik ve cila işlemleri tamamlanır. Sonra üst eşik, alt eşik, burgular ve teller takılarak hazır duruma gelir.

    A.S. - Göğüs hangi maddelerden yapılır?
    T. Ş. - En iyisi ladin ağacıdır. Bu, Doğu Karadeniz – Artvin, Bokça taraflarında bulunur. Yani serin iklimlerde. Göğüs ağacının kesiminde elyafların yani çizgilerin, sesin düzgün titreşebilmesi için paralel bir doğrultuda olması gerekir.

    A.S. - Ses deliklerinin iki küçük bir büyük (belli bir biçim ve yerde) açılmasının nedenleri var mı?
    T.Ş. - Aslında bu delikler rasgele açılıyor denebilir. Sese faydası var tabii ama en fazla süs olarak kullanılır. Tek büyük yuvarlak da olabilir. Ama bizde iki küçük bir büyük bulunur.

    A.S. - Türkiye’de tek delikli olanları kullanılıyor mu?
    T.Ş. - Kullanılır. Bunlar eskiden “Şam ud’u”, “Arap ud’u” olarak da geçerdi. Şimdi Şam’da da aynı bizim gibi yapıyorlar. Ben oraları gezdim. O eskidenmiş Ermeniler zamanında tek ve büyük kafes. Biz şimdi isteğe göre tek büyük kafesli, iki küçük bir büyük, bazen kafesler oval da olabiliyor.

    A.S.- Kafesleri hangi maddeden yapıyorsunuz?
    T.Ş. - Esas ud kafesi boynuzdan yapılır. Fakat bugün biz bunu plastik, ağaç gibi çeşitli maddelerden yapabiliyoruz. Boynuz en iyisidir. Sağlamdır. Kırılmaz, eskimez.

    A.S. - Tekne kısmında hangi maddeler kullanılıyor?
    T.Ş. - En fazla ceviz. Bunun yanında maun, fakat maun Türkiye’de bulunmaz. Bunun yerine ardıç ve ceviz kullanırız. Ardıç en fazla Adana’ya yakın Bozant ormanlarında ve Burdur’un Bucak kazasında –en iyisi- bulunur. Ağaç orman depolarında bulunmaz. Kaçakçılar keserler sen de bunlardan gayet temizini alabilirsin. Orman deposunda çok az bulunmakla birlikte gelişigüzel kesildiği için işimize yaramaz. Ayrıca kaçakçılardan aldığımız için de fatura alamıyoruz.

    A.S. - Tekne kaç kuşaktan oluşur?
    T.Ş. - Şimdi bizde üç çeşit ud var. Türkiye standartlarında iki çeşit. Biri zenne ud, diğeri normal. Fakat bizdeki üç çeşit, yani bu iki çeşide bir da Arap tipi ud ekliyoruz. Arap ud’ları büyüktür. Zenne ud’u kadınlar ve çocuklar için yapılır ve küçüktür. 13–21 arası kuşak sayısında değişir.

    A.S. - Kuşak (yaprak) sayısında, kuşak kalınlıklarının rolü var mı?
    T.Ş. - Evet. Yaprak genişse 13, gittikçe daralırsa 15–17–19–21–23–25–27 ye karda biz yapıyoruz.

    A.S. - Yaprakların dar veya geniş olması sesi etkiler mi?
    T.Ş. - Hiçbir etkisi olmaz. Bu sadece işçilik kıymetini artırır. Büyüklerde işçilik daha azdır. Adam “ben kıymetli bir ud istiyorum” diyor. Vereceği paraya bağlı olarak 27 yaprağa kadar çıkabiliyoruz. Bize şimdiye kadar böyle bir müşteri gelmedi. Gelirse ud’un alasını yaparız. Tabii ki 40–50 bin liralık ud’la 200 binlik ud arasında her yönden büyük fark olur. Genelde 19 yapraklı ud’lar yapıyoruz. Ud yaprakları sürekli tek sayı olarak artar.

    A.S. - Flato hangi maddelerden yapılır?
    T.Ş. - Ceviz kaplamayı siyaha kaynatırız. Aynen siyah renkde abanoz gibi olur. Kavak ağacından beyaz kaplamalar vardır. İki kavak flatonun arasına bir bir siyah koyduk mu üçlü Flato olur. Eğer ağaç sadece beyazdan işleniyorsa iki siyahın arasına bir bir beyaz, ağaç siyah zemin üzerine yapılıyorsa arasına beyaz Flato konur. Görünüm olarak daha iyi durur. Yani Flato işlenecek mala bağlıdır. Bir de Türkiye’de ilk kez zik-zaklı flatoları ben yaptım. Birkaç kişi daha yapar ama ağacı korna kestikleri için iyi olmaz. Ben suyuna yani paralel olarak keserim.

    A.S. - Kuşakları birbirine eklerken araya bir şey koyar mısınız?
    T.Ş. - Tutkallı kağıt koyarız sağlamlık açısından. Amaçları önler. Bazı kişiler bez koyar.

    A.S. - Dışına cila mı, vernik mi atıyorsunuz?
    T.Ş. - Eskiden elle cila yapardık. Şimdi gerek işçilik, gerek maliyet açısından vernik kullanıyoruz. Bunu da kompresörle atarız. Tabii ki cila en iyisidir. Dolguyu daha net gerçekleştirir ve daha dayanıklıdır. İşin aslı ciladır. Ud’u ancak bir günde cilalıyabilirsin. Vernikle ise günde 40–50 ud verniklenebilir.

    A.S. - Göğsü cila veya vernik atıyor musunuz?
    T.Ş. - Biz vernik atıyoruz. Aslında atılmaması gerekir. Şeyle atılmaması lazım. Derler ki “vernik sesi keser”. Vernikli ud’u Araplar istiyorlar. Bu nedenle biz de denedik. Seste değişim olmadı. Bu konuda Cafer Usta (açın) ile Ankara’da bir konuşmamız oldu. Ben “atılabilir” derken Cafer Usta “atılmaz” diyordu. Ben Almanya’da çalgı yapım fabrikasında çalıştım. Orada gitarlara polyester (cam gibi dayanıklı ve sert cila maddesi) atıyorlardı. Biz bugün ud, kanun vb. polyester atsak bir kat daha değer kazınır.

    A.S. - Ud’un göğsüne koyduğunuz mızraplık (mızrap vuruşlarında göğsün çizilmemesi için...) hangi maddeden yapılıyor?
    T.Ş. - Bunu plastikten ve ağaçtan koyanlar var. Ama aslı ağaçtır. Yalnız ağacı düz, ince ve simetrik olarak kesip koymak çok işçilik ister. Üstelik bu ince ağaç olduğundan kopabilir ve kalkabilirde. Ama biz işçiliği daha kolay olduğu için plastik koyarız. Bunu Araplar ağaçtan yani ceviz kaplamadan yaparlar. Maun daha iyidir ama Türkiye de hemen hiç yoktur. Bu Kongo’dan Afrika’dan gelir. Onun için maliyeti yüksektir.

    A.S. - Sap hangi maddeden olur?
    T.Ş. - Çam cinsi ladin veya beyaz çam, adi çam da olabilir. Bunun için doludur. Dış arka yüzeye teknedeki renkleri ve işlemleri burada da uygularız. Yani sapın arkası kaynatılmış siyah ceviz ve flatolar yardımıyla süslenir.

    A.S. - Tuşe’den söz eder misiniz?
    T.Ş. - Sapda tuşe aslında abanoz olması gerekir. Ama bulunmak zor olduğundan biz bu işi Türkiye standartlarına uydururuz. Ama ülkemizde bulunsa ne kadar pahalı da olsa biz bunu alırız. Biz buraya abanoz yerine siyaha kaynattığımız cevizi koyuyoruz. Bir de Türkiye’de ilk kez “dilli udu”ları biz imal ettik.
    Dilli udu: Tuşenin büyük ses deliğine kadar uzaması.

    A.S. - Sapla gövdenin birleştiği yerde atma gibi durumlar ortaya çıkıyor. Bunun için bir önlem alıyor musunuz?
    T.Ş. - Bazı yapımcılar sapın gövdeyle birleşim yerini düz olarak keser. Bunları vida yardımıyla birbirine bağlar. Zamanla bu eskir ve 10–15 sene içinde deforme olarak atma meydana gelir. Şimdi yeni bir usul bulduk. Bu bölümü “kurtağzı” dediğimiz birbirine geçme şeklinde yaparız. Biz biraz da fabrikasyon çalıştığımızdan bazı aletler geliştirdik. Bunu da alet yardımıyla gerçekleştiriyoruz. Bu durumda bu kısmın atmasına imkan yoktur.

    A.S. - Burguluk hangi maddeden yapılır?
    T.Ş. - Ceviz’den. Özel bir ud ısmarlanırsa kelebek’ten de yaparız. Bir nev’i Akçaağaç. Kelebek Türkiye’de bulunur. Avrupa’da Çekoslovakya’da, Romanya taraftarlarında yetişenleri extra kelebektir. Türkiye’de Adapazarı dolayları ve Karadeniz’de yetişir.

    A.S. - Burguluğun sapla birleştiği yerde bir atma oluşabilir mi?
    T.Ş. - Bu da aynen diğer geçme gibi “kurtağzı” geçmeyle ve tutkalla birbirine tutturulur.
    Burgular esas olarak abanozdan olur. Bulunamadığından erik kullanırız. Kuruduğu zaman abanoz kadar sert bir ağaçtır.
    Burguluk ceviz. Zaten sert bir ağaç. Burgu da abanoz olması gerek.
    Şimşir de olur ama ülkemizde ender bulunur. Biz burguları kendi geliştirdiğimiz bir makinede otomatik olarak yaparız. Yani işlenmemiş ağacı verirsin, sana burgu olarak çıkarır.
    Burgu yuvası “rayma” (bir çeşit matkap ucu)yla burguya göre açılır ve alıştırılarak burgu yerleştirilir.
    Burgunun ince çapı 6 mm, diğer çapı ise 9 mm ye doğru kalınlaşır. Uzunluğu 6-7 cm dir.
    Burguluk 11 deliklidir. Araplar 12 delikli isterler. Uzunluğu 21 cm.dir. Bunun ucu değişik işlemelerle (kartal burnu, gül vb.) süslenebilir. Burguluğa flatolar da işlenebilir. Şimdi yaptığımız ud’lar sıralamalıdır. Yani Arabistan’a ihraç ediyoruz.

    A.S. - Bu yönden Araplarla olan ilişkilerinizden sözeder misiniz?
    T.Ş. - Araplar “ucuz olsun da nasıl olursa olsun” diyorlar. Tanesini 30 dolara veriyoruz. Dolar sürekli değiştiğinden bizimle standart bir mukavele yapmıyorlar. Bankalardan kredi almamız epey zor bir olay. Çok gayrimenkul ve teminat istiyorlar. Ben Ticaret odasına, İhracatçılar Birliğine, Ticaret Bakarlığına, Odalar Birliği üyeliğine, Çalışma Bakanlığına, kayıtlıyım. Yani bankalar kredi işinde zorluk çıkarıyorlar.

    A.S. - Eşikten eşiği ud uzunluğu kaçtır?
    T.Ş. - 58–59 cm.dir.

    A.S. - Kuşaklar yani yaprakların uzunluğu nedir?
    T.Ş. - Zenne kalıplarınki 68 cm, Normal Türkiye ud’larında ki 71 cm, Arap udlarındaki ise 74 cm dir. Göğüsle tekne arasındaki derinlik normal 18 cm, zenne 16 cm, Arap ud’ları 20 cm dir.

    A.S. - Eşik göğsün dörtte birine sabit olarak konuyor. Bu, tekne başına konamaz mı?
    T.Ş. - Genellikle ilk söylediğiniz gibidir. Ama diğer söylediğiniz gibi bir şey de denenebilir.

    A.S. - Eski yapım ud’ların özellikleri nelerdir?
    T.Ş. - Bugün 110 sene evvel yapılmış Manol Usta’nın udlarını hiçbir özelliği yok. İsim ve etiketten başka bir şey değildir. Hafiftir. Doğal olarak 110 senelik ud hafiftir tabii ki. Bizimkiler ondan 100 gr ağırdır. Bir de bunların 50 sene durduğunu kabul et.

    A.S. - Eşiklerden sözeder misiniz?
    T.Ş. - Eşik genellikle sert ağaçlardan yapılır. Örneğin en fazla ceviz. Ama gürgen de kullanılabilir. Başeşik aslında beyaz boynuz olması gerek. Biz bunu şimşir veya akgürgenden yapıyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi elde olmayan nedenlerden ötürü işin sahtekârlık taraflarına kaçıyoruz. Kemiği bulmak, kaynatmak, pis yağını atmak kurutmak, kesmek çok zaman alır. Aslında fildişi daha iyidir. Ama nerede bulacaksın. Bir nev’i diyebilirsiniz ki bu işi Türkiye’de kendi imkânlarımızla yapıyoruz. Dünyanın her yanından malzeme getirtebilsek veya getirseler her şeyden daha iyi ve kaliteli olur. Çünkü malzeme kıymetli olursa işçiliğe daha bir önem vermek zorundasın.

    A.S. - Teller hakkında bilgi verir misiniz?
    T.Ş. - Floş ipeğin üzerine sarma tel kullanılır. Avrupa’lılar yapar. Bu suni ipek olabilir. Bunun üstüne emaye teller, bakır-sarı-gümüş sarma olarak sarılır. Altta iki sıra tel dupont marka Amerikan misinasından takılır. Çapları 0,70; 0,80 olarak kullanırız. Araplar (la) telini sırma kullanmaz. Onun yerine 0,90 misina tel tercih ederler.

    A.S. - Kişilere yapım farklılıkları var mıdır?
    T.Ş. - Tabii. Bugün bilinçli bir ustayla, bilinçsiz bir ustanın yapımları farklıdır. Görünen ud’dur ama böyle her ud’a “iyidir” denemez doğal olarak. İçindeki ızgaraları zayıf koyuyorlar. Kimisi bilmeden pinpon koyuyor ve ses kesiliyor.

    A.S. - Göğüs altına kaç ızgara konur?
    T.Ş. - Yedi ızgara konur. Bunların yerleştirilmesi önemlidir. Sese etkileri büyüktür. Bunlar genellikle dikeydir. Aralıkları farklıdır.

    A.S. - Arabistan ud’larının farkları nelerdir?
    T.Ş. - Bunlar büyük olurlar. Ortalama bizimkilerden 2–2,5 cm büyüktürler. Tel sayısı 12 dir. Onların tellerinin hepsi çifttir. Tını olarak hemen hemen aynıdır. Onlar (belki de sıcak iklim olduklarından) ortalama 3–4 ses pest akord kullanırlar. Bu nedenle çalgı ses vermez. Onlar telleri İtalya, Fransa veya İspanya’dan getirirler. İran’da kullanılır. Bizimkilerin hemen aynısıdırlar. Mısır’da, Cezayir’de, İsrail’de kullanılır. Ben Yunanistan’daki ud’ları da gördüm. Bizden bir farkları yoktu. Yugoslavya’dakilerde delikler tektir. Lavta’ya yakındır ama perdesizdirler. Bulgaristan’da da kullanılır. Ama daha çok oradaki Türklerce.

    A.S. - Çalgı yapımcıları olarak bir dernek vb. kurma çalışmalarınız veya düşünceleriniz var mı?
    T.Ş. - Bundan bir süre önce böyle bir iş için topladık. Kooperatif kurulması düşünülüyordu. Ama yapımcılar “herkesin yaptığı malın kalitesi aynı değil” vb. nedenlerle uyuşamadık. Aslında kurulsa çok iyi olur. Bir de Türkiye’de standartlaşma yok. Herkesin yaptığı mal gerek kalite, gerek ölçü olarak birbirinden farklı. Ben ud, darbuka, kanun ihraç ettim (Arabistan’a). Bu işler bürokrasi açısından biçim için zor oluyor. Her şeyiyle sen uğraşıyorsun. Halbuki biz malımızı kooperatif vb. aracılığıyla pazarlasak bu gibi olumsuz etkenler ortadan kalkabilir.

    Çok teşekkür ederim Sayın Temel Şehit.

    #2
    Evet Lord'um.... güzel bir alıntı. Ülkemiz ne yazık ki böyle... Kimler harcanıyor daha kim bilir? Popüler olmayanlarına ülkemizde sanatçı diyen az çıkar... Televizyon göstermiyor mu değerlerimizin neler olduğunu sabahtan akşama kadar....

    Yorum


      #3
      Klasik olacak ama malesef kaybettiklerimizin değerini hep sonradan anlayan bir milletiz, galiba böyle de devam edeceğiz..

      Yorum


        #4
        ellerine sağlık arkadaşım temel ustayı rahmetle anıyorum bir izmirli olarak çok iyi bir ağabeydi kardeşiyle halen görüşmekteyim

        Yorum


          #5
          Eline sağlık Özgün.Birkaç resim olsaymış dedim içimden.

          Yorum


            #6
            Değerli konunun daha fazla okura ulaşması için aktif hale getiriyorum.

            Yorum


              #7
              siz temel ustanın kendisini ya da ailesini tanıyormusunuz
              hangi kardeşiyle hala görüşüyorsunuz
              bunu bilmek istiyorum

              Yorum


                #8
                Hayır Talat komşu, kendisini ya da ailesini bizzat tanımıyorum. Yazının başında da belirttiğim gibi bu bir alıntıdır.

                Bir dipnot; ladinden bahsediliyor "Artvin, bokça" diye, doğrusu Artvin, borçka olacak. Kimin hatası bilemiyorum.

                Yorum


                  #9
                  ben temel ustanın ogluyum
                  bu yazıyı okudum hemen cevaplamak için kayıt oldum
                  ailesini ogullarını tanımayan insanlar
                  temel ustayı arkolik gibi tanıtıp ailesinide düşmanmış gibi göstermesinler
                  ustalıgına madem saygıları var ustalıgını övsünler

                  Yorum


                    #10
                    Bu tarz bir durum varsa yazının alıntı yapıldığı gazetemüzik sitesi ile iletişime geçebilirsiniz.

                    Yorum


                      #11
                      Elleri öpülesi sayılı bir üstadlardan ve anladığım kadarıylada insanliğı ile bir beyfendi, bende tanıyamadığıma üzüldüm değerli dostlarım, kolay kolay yetişmiyor gerçekten bu insanlar. mekanın cennet olsun ustam.

                      Yorum


                        #12
                        ellerine sağlık bu tur zanaatkarların yaşamları ve işleri hakkında bilgi edinmek guzel...

                        Yorum


                          #13
                          gerçekten çok büyük bir ustayı kaybetmişiz okurken oldukça hüzünlendim. inşallah daha çok ve emellerini gerçekleştirebilen temel ustalarımız olur.

                          Yorum


                            #14
                            vay be hakkaten ibretlik

                            Yorum

                            Unconfigured Ad Widget

                            Collapse
                            Initializing Tabs & loading Content...
                            Initializing Tabs & loading Content...

                            Trending

                            Collapse

                            Bu kriterlere uygun sonuç bulunamadı.

                            Çalışıyor...
                            X