Duyuru

Collapse
No announcement yet.

Büyük Yarışma

Collapse
Bu sabit bir konudur.
X
X
 
  • Filtre
  • Saat
  • Göster
Tümünü Sil
new posts

    Büyük Yarışma

    Merhaba arkadaşlar.
    Söz verdiğim gibi sizlerle bu gün başka bir anımı paylaşmak istiyorum. Eğer anlatacaklarımdan her kez kendine göre bir pay çıkarabilirse ne mutlu bana.

    Sene 1973.
    Gitar, bass ve davuldan oluşan ilk orkestramızı kuralı bir yıldan biraz fazla olmuştu. O yıllarda belli bir dinleyici kitlesi için popüler olan grupların parçalarını icra etmeye çalışıyorduk. Dinlemekten zevk aldığımız ve parçalarını çalmaya gayret ettiğimiz gruplar, Led Zeppelin, Black Sabbath, İron Butterfly, Jimi Hendrix, Free, Grund Funk Railroad, Taste, T.rex, The Who, Deep purple, CCR, Janis Joplin, Santana, Rare Earth, The Doors gibi belli başlı dünya gruplarıydı.
    Bu grupların ülkemizde, o tarihlerde Long Play lerini bulmak çok zordu. Çünki sebebi nedendir bilmem, plakçılarda yabancı sanatçıların plakları hep tezgah altından satılıyordu ve bunların sayılarıda çok azdı. Bir çok satıcı bunların ithalatının yasak olduğunu söylüyordu. Fakat bizler Bostanlı'da ve Çiğli'ye yakın olduğumuz için Amerikan hava üssünün kendi vatandaşlarına özel olarak yaptığı radyo yayınını çok rahatlıkla dinleyebiliyorduk. O sıralar transistör yeni bulunmuş ve küçük el radyolarında yerini almıştı. En azından ülkemizde çok yeniydi. Bu küçük radyolar cebimizden hiç eksik olmazdı ve sürekli olarak Çiğli Amerikan radyosunu dinlerdik. Dünyada plağı yeni çıkmış olan bir grubu en geç üç gün sonra dinleme şansımız olurdu. Amerikalılar kendi radyolarındaki DJ lere üstat diyorlardı ve bunların müzikal anlamdaki yorumları gerçekten çok iyiydi. Bu nedenle adlarından söz ettiğim bu grupları ve müziklerini çok yakından tanıma şansımız oluyordu.
    O sene en etkilendiğimiz gruplardan biri İron Butterfly dı. Hele hele " İn-a-gadda da vida " adlı parçasını hiç unutamam. Çok uzun bir şarkıydı ve bir long play in bir yüzünü kaplıyordu. Bu parçayı oldukça dişimize göre bulmuştuk ve bunu icra etmeye çalıyorduk. Fakat bunu bir türlü tam olarak başaramıyorduk. Bunun da nedeni, bir kere piyasada şarkı notası diye bir şey bulabilmek mümkün değildi, çünki yoktu. İkincisi, plak haricinde hiç bir ses taşıyıcısı yoktu. Kaset çalar denen alet henüz daha bulunmamıştı ya da en azından ülkemizde yoktu. İşte bu sebeplerden duyduğumuz bir parçayı bir dinlemede baştan sonuna kadar aklımızda tutabilmemiz nerdeyse olanak dışı oluyordu. Ama biz bunada bir çare bulmuştuk. Hangi parça üzerinde çalışıyorsak, o parçanın çalınması için Amerikan radyosundan sürekli istekde bulunuyorduk ve program başlayacağı zaman radyonun başına oturuyorduk. Tabi biz pür dikkat, parça çalınırken doğru ses tonundan ezberlemeye çalışarak, hemen akabinde de sıcağı sıcağına duyduklarımızı enstrumanlarımızdan çıkartmaya başlıyorduk. Bu yöntem kulaklarımızın gelişmesine çok büyük bir katkıda bulundu. Almanların güzel bir ata sözünde dedikleri gibi " yokluk kaşif yapar " misali, bu yolla tahminen 20 parçalık repertuarımızı oluşturmuştuk. Tabi, şarkılar asla aynısı olmuyordu. Özellikle soloları bir kaç kez dinlemeyle ezberleyemiyordum ve improvize etme zorunda kalıyordum. Bu da benim improvize etme yeteneğimi çok olumlu yönde geliştrmemi sağlamıştı. İcra etmeye çalıştığımız grupların müziği çok sıra dışıydı. Bizi provalarımızda dinleyen yakın arkadaşlarımız " bu nasıl müzik ya ? gürültü gibi bir şey. Esin avşar'dan, Hümeyra'dan ya da Fikret Kızılok'dan bir şeyler çalmayı bilmiyormusunuz ? " diye soruyorlardı. Çaldığımız müziği kimseler beğenmiyordu. Her kezler uzun saçlarımıza, tavırlarımıza, düşüncelerimize ve müziğimize gıcık oluyorlardı. Biz ise asla azmimizi kırmıyor, tutum ve düşüncelerimizden de hiç bir şekilde ödün vermiyorduk. Okul ve çevremizde adımız pis HİPPİ lere çıkmıştı. Zor bir süreç içersinde olduğumuzun çok iyi bilincindeydik, fakat her yeniliğe toplum tarafından gösterilen yadırgamanın ve dışlayıcı tepkilerin çok uzun yıllar almayacağını düşünüyorduk. Çünki tarih boyunca her yeniliğin önce tekmelendiğini ve itildiğini iyi biliyorduk. Bu yolda, bu müzik ile kendimizi nefer olarak görüyorduk, ya da öyle olduğumuza kendimizi inandırmak istiyorduk. Okuldan arda kalan boş zamanlarımızda yaptığımız bu hobiye, yani yapmaya gayret ettiğimiz bu müziğe deliler gibi aşıktık. Hatta kız arkadaşlarımız bile müziği kıskanırlardı, kendilerinden daha çok sevdiğimiz için. Açıkçası ailelerimizden de hiç destek alamıyorduk. Onlar için bizim yapmaya gayret ettiğimiz bu müzik, ZANGOÇ müziğinden öte şeyler değildi ve bizim yozlaştığımızı düşünerek kaygı duyuyorlardı, geleceğimizden ve her bir şeyimizden. Oysa bizim yapmak istediğimiz tek şey müzikti ve müziksiz bir yaşamın olamayacağını taa o yaşlarda farketmiştik. Allaha şükür ki Türkiye'de tek olmadığımızı kısa bir süre sonra farkettik. Biz " Grup Gerilim " den başka, İstanbul'da da Tank diye bir grubun varlığından haberdar olduk. Onlarda bizim durumumuzdaydı ve benzer repertuarları icra ediyorlardı. Daha sonra Ankara'da Marşandiz diye başka bir grup olduğunu öğrendik. Fakat telekominikasyonun bu günki şeklini o tarihlerde henüz alamamış olduğundan, aramızda bir türlü iletişim kuramıyor ve kader ortaklığı yapamıyorduk. Ama bütün bunlara rağmen bir birlerimizin varlığından haberdardık.

    Zaman 1973 ün eylül ayıydı.
    Tüm yaz boyunca Gümüldür'de ki Erdem Tur'un ( tatil köyü ) diskosunda geceleri Zangoç müziği çalarak program yapmıştık. Tarifi imkansız bir nefislikte geçirdiğimiz bu yaz tatilinden sonra, yine okulun ilk günü İstiklal Marşı için saf durmuştuk.
    Bass cımız Mustafa ile ben aynı sınıfdaydık ve yan yana oturuyorduk. Davul cumuz Can ise bir alt sınıftaydı. Yeni ders yılının ilk tenefüsünde yine tuvalette sigara molasındaydık. İlk günün kasvetiyle her kez Bad trip lerde ve baba darallardaydı. Mustafa,
    -Yine düştük buralara bilader desene
    -Varmı başka alternatifimiz ?
    -Yok, ama olsa iyi olurdu.
    Bu ara Can girmişti tuvalete
    -Selamın aleyküm ağalar.
    Hep bir ağızdan,
    -Aleykümselam ağa.
    -Ne haber Moruk ?
    -İyi be can, ne olsun, daral spor üç bir.
    -Versene bir Bafra içelim.
    -Al kardeşim, istediğin Bafra olsun.
    Can'ın sigarasını yakmakla ders zilinin çalması bir oldu.
    -Ya bilader, şu anasını sattığımının Bafrasını bir kerede kefal yapmadan içmek bana nasip olmayacak galiba !
    Topluca çıkılır tuvaletten ( nam-ı diğer keşhane ) sınıflara doğru...

    Devam edecek...




    Düzenleyen - rolly on 28/04/2008 16:53:53

    Düzenleyen - rolly on 29/04/2008 20:02:35

    #2
    Güzel, devamını bekliyoruz !

    Yorum


      #3
      ------------------Part 2----------------------------

      Bir kaç gün içinde dersler yine başlamış, aynı monoton döngü günlük hayatımızı tekrar şekillendirmişti. Bu arada okuldan kalan zamanımızın büyük kısmını provalara ayırarak yeni parçalar çalışıyor ve kendimizi biraz daha geliştirmekle uğraşıyorduk. Çalışma yerimiz davulcumuz Can'ın oturduğu apartmanın kalörüfer kazan dairesiydi.

      Yanılmıyorsam kasım ayının ilk haftasıydı ve birinci yazılıları bitirmiştik. İngilizce,fizik, kimya, cebir ve geometrinin haricinde her zaman olduğu gibi bütün derslerim yine zayıftı. Tabi bende alarm zilleri en yüksek desibel de çalmaya başlamıştı. Zira bu durumdan dolayı her an için müzik çalışmalarım ailem tarafından yasaklanabilirdi.

      İkinci dersten çıkmış, merdivenlerden inerek keşhaneye doğru gidiyorduk.
      Ben, Mustafa, Can ve Ömür ( Ömür Gidel: Barış Manço Kurtalan Ekspres, Ajda Pekkan, Grup Gerilim, vs. Bence Türkiye'nin yetiştirdiği en iyi klavyecilerden biri ) her zaman olduğu gibi locamızda yerimizi almıştık.
      Birden tuvalete büyük bir hışımla bizim Manyak Salih girdi.
      -Yavuuuz, Mustafaaaa, nerdesiniz lan ?
      -Ne o len, ne barıyon ?
      -Atın sigaraları, Kuro ( Rahmetli okul müdürümüz Sayın Abdurrahman Orhun. Kendisini sevgi,saygı ve rahmetle anarım. Nur içinde yatsın. ) sizi çarıyo.
      -Sen nerden duydun ?
      -Kapısından geçerken kendi söyledi.
      -Sigara içtiğimizi hocalardan birimi acaba gambazladı ?
      -Bilmiyom bilader. Dur len Mustafa, atma sigaranı ben devam edeyim.
      -İyi al, zıkkımlanda geber.
      -Çüüşşşş, iyi ki kırk yılın başı bir kefalini verdin haaa. Hadi bakalım, yürrüüü anca gidersin.
      -Abi bu herif harbi manyak ha.
      -Boş ver takma kafana, şimdi sen onu bırakta Kuro bizi neden çağırttı sen onu düşün.
      Merdivenlerden yukarı Kuro'nun odasına çıkarken Mustafa,
      -Dur bilader sigaraları çorapların içine zulalıyalım, şimdi o bizim üstümüzüde arar odasında. Ben paketi daha yeni aldım, kaptırmıyalım enayi gibi.
      -İyi tamam, hadi.

      Tak, tak, tak. Birden Kuro içerden bütün azametiyle gürledi.
      -Gir.
      -Buyrun hocam, bizi çağırmışınız.
      -Gelin bakalım... Ne bu koku, güruh herifler ? Yine sigaramı içiyorsunuz tenefüste ?
      -Yok hocam, ilgisi yok. Elimiz yıkamak için tuvalete girmiştik, ordan koku üstümüze sinmiştir.
      -Anlatın bakalım, çok heyecanlı oluyor. Tabi bende inandım. Şimdi üstünüzü arasam tekel dükkanı gibisinizdir.
      -Yok hocam, isterseniz arayın valla.
      -Kesin safsatayı.... Sizin bir Jazz grubunuz varmış, doğrumu bu ?
      -Doğru da, değil hocam.
      -Ne demek doğru da değil. Bir şey ya doğrudur, ya da değildir. Saçmalayıp durmayın sabah sabah karşımda.
      -Yani hocam, biz jazz grubu değil, Rock grubuyuz.
      -Rock mı, o da nedir öyle ?
      -Hocam yeni çıkan bir müzük türü.
      -Yani bir müzik grubunuz var, öyle değilmi ?
      -Evet var hocam.
      -Tamam işte bende onu diyorum zaten. Başlatmayın beni rock ınızdan bokunuzdan. Siz bitlisler gibi çalabiliyormusunuz ?
      -Kimler gibi hocam ?
      -Bitlis oğlum, Bitlis. Hiç duymadınızmı o mantar kafalı adamları ?
      -Haa, tabi hocam duyduk, Beatles ları diyorsunuz.
      -Evet, ben ne diyorum peki ?
      -Tabi hocam, çalarız evelallh.
      -Şimdi beni iyi dinleyin. Eveli sene Milliyet'in yarışmasında okulumuza 3. lük kazandıran arkadaşlarınız, biliyorsunuz onlar mezun oldu. Geçen senede bir varlık gösteremedik. Daha doğrusu bir orkestra çıkaramadık koca okuldan.
      -Evet hocam biliyoruz.
      Bu arada Kuro düğmeye basar ve hademeyi çağırtır.
      Tak, tak, tak...
      -Buyrun müdürüm.
      -İsmail evladım, git bana hemen Müzik hocasıı Şekür beyi ( Şekür Ertüzün: Türkiye'nin gelmiş, geçmiş en büyük Çigan müziği üstatı, virtiyözü, T.R.T klasik batı müziği dairesi başkanı, İzmir devlet konservatuarı müdürü ve benimde kendisinden 5 yıl keman gersi aldığım hocam. Kendisini sevgi ve saygıyla anar, allahtan rahmet dilerim. ) çağır.
      -Başüstüne müdürüm.
      Az sonra Şekür bey gelir.
      -Buyrun müdür bey, beni istemişsiniz.
      -Evet Şekür bey, bu bizim haylazların bir Jazz grubu varmış. Eğer sizcede uygunsa bu sene bunları yarışmaya sokalım. Malum, okul prestiji.
      -Tabi, olur müdür bey. Yavuz zaten benden 5 yıl boyunca keman dersleri almıştı, iyi bir öğrencimdi. Armoni bilgiside fena değildir, ben de zaten yardımcı olurum onlara. İmkanları da var, babası da T.R.T de benim müdürüm olur.
      -Tamam Şekür bey, durum sizin yönetiminizde o zaman.
      -Siz hiç merak etmeyin müdür bey.
      -Çocuklar, hadi bakayım, sizde sınıfınıza dersinize.
      -Tama hocam.
      Diyerek biz dışarı çıktık. Mustafa,
      -Bilader dersin bitmesine 15 dakika kaldı, kaynatalımmı dersi ?
      -Boş ver ya, şimdi Kuro bizi ortalarda görmesin, başımıza iş almayalım.
      -Yavuz, ayağımıza gelen şansın farkındamısın ?
      -Olmazmıyım, tabiki. Hep böyle bir şeyi hayal edip durmazmıydık ? Düşünsene bir kere, Atatürk kapalı spor salonun da beş bin kişi önünde sahne alacağız. Manyak bir olay, Kuro'nun dediklerini odasında duyunuca harbiden çok ters geldim lan. Kulaklarıma inanamadım valla.

      Tam bu esnada müdürün odasının kapısı açılır ve Şekür beyle Kuro odadan çıkarlar. Kuro bizi hala sınıfın kapısının önünde görünce, bütün koridorları çınlatan gürlemesi ile,
      -Güruh sürüleri, siz hala kapının önündemisiniz ?
      -Yok hocam, bizde şimdi içeri giriyorduk zaten.
      Diyerek sınafa daldık.

      Kısa bir süre sonra tenefüs zili çalmıştı. Koşarak merdivenlerden inip hemen keşhanedki yerimizi aldık. Az saniyeler sonrada Can geldi.
      -Beyler, ne oldu, Kuro sizi neden çağırtmış ?
      Bizde geçen konuşmaları detaylı bir şekilde olduğu gibi ona aktardık. Can'ın sevincinden tuvalette bir amuda kalkmadığı kaldı.
      -Doğru söyleyin lan, şimdi siz ikiniz harbiyatmısınız, yoksa olimpiyatmısınız ?
      -Harbi söylüyoruz be, adama bak inanmıyo iyimi !
      -Ya inanıyom, daha doğrusu inanmak istiyom da, inanamıyom. Peki, kuro nerden biliyormuş bizim grubumuz olduğunu ?
      -Ne bileyim ben, o heycandan sormak aklımıza gelmedi.
      -Ulan amma manyak heriflersiniz ha. İnsan sormaz mı bunu ?
      -Çok merak ediyorsan git Kuro'nun odasına, " Müdür, sen nerden biliyon bakayım bizim Rock'çı olduğumuzu len " diye sor. Ondan sonra o da senin kafanda bir bateri solo geçsin gör bakalım, Kuro'mu daha iyi davulcu, yoksa İan Peace mi ?
      Bütün keşhane müdaimleri hepsi birden,
      -hah hah hah ha, kah kah kah ka, kih kih kih ki...................

      Devam edecek...


      -----------Part 3---------------

      O güne kadar bir kaç okul bahçesinde verdiğimiz küçük konserler haricinde, hiç bir ciddi sahne tecrübemiz olmamıştı. Zaten o dinletilerimizde de genel olarak beğenilmemiştik. Çoğu öğrenciler dalga geçmişti, elindeki o testereyi bırak diyerek ( fuzz pedalından dolayı ). Ama bütün bunlara rağmen yinede umudumuz kırılmıyordu. Günün birinde yaptığımız bu müzik türünü bütün dünyanın dinleyeceğine inanıyorduk.
      Çünki bu müzikte sadece aşk değil,
      yanlış olan her tür düzene karşı protesto vardı,
      ezilenlerin, aşağılananların isyanı vardı.
      Baş kaldırı vardı.
      Örümcekleşmiş beyinlerin silinmesi vardı.
      Enerji, ruh ve dinamikler vardı.
      Biz vardık.

      Eğer böyle bir müzik ile biz özdeşleşebiliyorsak, başkalarıda olabilirdi. İhtiyacımız olan tek şey, sabır ve mücadele hırsımızın kırılmamasıydı. Bütün bunları yaşıtlarımıza anlatabilmek için büyük kitlelere, büyük platformlara gereksinim vardı.
      İşte onun içindirki, ayağımıza kadar gelen bu şans, bu yarışma bizm için çok, ama çok önemliydi. Kendimizi bundan daha iyi kanıtlayabilmenin başka bir yolu olamazdı.

      Milliyet'in yarışmaları önce bölgesel olarak yapılıyordu. Türkiye'nin her bölgesinden katılan liseli gruplar arasından, kulvarlarında en iyisi seçilen okul, İstanbul'da yapılan finallere katılmaya hak kazanıyordu. Sadece Marmara bölgesinden, sayı olarak daha fazla oldukları için, birden fazla okullar finalist olabiliyordu.
      Yarışma 3 katagoride gerçekleştiriliyordu, icra ( cover ), beste ve düzenleme dallarında olmaka üzere. Katılımcılara yönlendirilmiş çok kesin ve katı kuralları vardı ve bunlara uymayan gruplar derhal diskalifiye ediliyorlardı. Fakat o yıllarda Türkiye'de ki en saygın, en ciddi ve en popüler yarışmaydı. Bir çok ünlü sanatcıların yolu önce bu köprü üzerinden geçiyordu ve adeta sanat hayatında ordan elde edilen bir başarı bir akseptans gibiydi.
      Jüri üyelerinde de şimdilerde olduğu gibi abuk sabuk kişiler olmuyordu. Genelde o yılların en büyük müzik otoriteleri, en uç sanatçıları ( Rahmetli Barış Manço, rahmetli Cem Karaca, Ayten Alpman, Bülent Özveren, konservatuar müdürleri gibi ) ancak jüri de yer alabiliyorlardı.

      Yine güzel bir sonbahar akşamı Mustafa ların alt katta balkonda "peace" yapıyorduk. Can,
      -Beyler, biz bu yarışmaya katılcaz ama bir solistimiz bile yok. Kuro bunu bir bilse bizi hemen s....r eder, birde okuldan da kovar. Nağapcaz ?
      -Abi okulun her tarafına ilan asacağız yarışma için solist aranıyor diye. Başka ne yapabilirizki ?
      -Eyvallah bilader, bencede en iyi fikir bu. Dışarıdan birini alamayacağımıza göre !
      -E iyi, hadi bunu hallettik, bizde ne beste var, nede düzenleme. Hadi bunları da geçtik, icra olarak ne çalcaz ? Led Zeppelin'den ya da Black Sabbath'dan mı ? Ulan herifler bizi sahnede taşa tutarlar be. Yavuz, bana biraz daha rakı koysana bilader, sen ne biçim sakisin ?
      -Kardeşim sende sünger gibi adamsın valla. Biraz yavaş git ya, biz de içiyoruz.
      -Ya rakı makı diye bağırıp durmayın, şimdi peder duycak yukardan gelcek aşağıya, etcek bacağımıza. Şu işin bokunu çıkarmayın ya.
      -İyi iyi, tamam öf. Sende amma tırsıyon ha.
      - Eğe, nasıl halledeceğiz bu işleri ?
      -Abi, bence icra konusunda diğer bütün her kezin yaptığı gibi akıllı uslu bir parça çalcaz.
      -Nasıl yani ?
      -Nasılımı var, içinde fuzz olmayan, slow, mümkünse Türkçe, yaygarasız, akıll uslu bir parça çalcaz.
      -Yok ya, başka ! ?
      -Yoksa yarışmadan sonra akşam eve hepimiz omlet olarak döneriz.
      -Nasıl olacak o iş ?
      -Sahnede kafamıza atılcak yumurtalarla.
      -Ya bırakın şimdi gırgırı. Bence sert rock bir parça yapalım ama jüriyi de fazla ürkütmesin, yani fazla yam yam bir şarkı olmasın. Ama içinde fuzz, wah wah olsun. Boşunamı aldım ben bu pedalı. Bir ton da para verdik. Böyle bir yerde kullanmayacağımda nerde kullanacağım, hep provalardamı ?
      -Bilader bak ben sana söyleyeyim, jüri senin fuzz ın sesini duyduğu anda biz yarışmayı daha elemelerde kaybederiz. Sonradan demedin demeyin. Benden söylemesi.
      -E iyi. O zaman oturalım Ajda Pekkan'dan bir parça çalışalım.
      -Sende vur dedik öldürdün ha.
      -E öyle bilader. Bu yarışma işi çıktı hepinizin müzik kafası değişti. Biz bu yarışmaya kendimizi duyurmak için çıkmak istemiyormuyuz ? Bu müziği millete tanıtmak için yapmıyormuyuz ? Yok wah wah kullanma, yok fuzz kullanma. Neymiş efendim Led Zeppelin çok yam yam kaçarmış, Black Sabbath taş attırırmış, ne diyorsunuz siz beyler? Harbiden anlamıyorum yani. Bir yarışma hikayesine yolumuzdan, idealimizden sapacaksak, sokayım ben o yarışmaya.
      -İyi tamam kardeşim, ne kızıyon ya ?
      -Abi ne kızıyorsunumu var ? Düne kadar nasıldık, ne düşünüyorduk, şimdi nasıl konuşuyoruz. Bütün sevdiğimiz gruplar zannediyormusunuz ki bulundukları konuma önlerine hiç bir engel çıkmadan geldiler ? Daha biz en baştan önümüze bir çakıl taşı çıktı diye hemen su koyuveriyoruz.
      -Hadi iç şu rakını da sen tazeleyelim şunları.
      -Bir de şöyle bir sorun var. Bizim çalışmalara Kuro ile Şekür bey illaki bi gelecektir. Kuro bizim yaptığımız müziği bi duyarsa bizi ömrümüzün sonuna kadar mezun etmez ha. Haberiniz ola.
      -Ya onlar geleceği zaman bizde bir Türkçe pop çalarız, bu parçayla katılacağız deriz.
      -Len allahın manyağı, o herif bizi yarışmadan sonra kurşuna dizer. Okulumu, şerefimi iki paralık ettiniz diye.
      -Dizerse dizsin anasını satayım, napalım yani ?
      -Ya beyler, şu bizim " The House Of The Rising Sun " ın Animals versiyonunu kafamıza göre değiştirip, sertleştirip, orijinal diye bilmem kim grubunun parçası olarak kakalasak olmazmı ? Nerden bilcekler o grubun kim olduğunu ? Bütün jüri üyeleri bizim Çiğli Amerikan radyosunumu dinliyorlar sanki ? Yayını bi Bostanlı'dakiler biliyo. Alsancak'da kiler bile dinlliyemiyo.
      -Ulan harbiden iyi fikir ha.
      -Eyvallah, hiç kimselerde anlamaz valla.
      -Parçanın başına ben şöyle fuzz ile güzel bir solo yazdımmı, şan altlarına da wah wah la bir de güzel arpej, ritim döşedimmi, birazda yorumu sertleştirdikmi, olur sana fıstık gibi hard rock bir parça.
      -E kardeşim o zaman o parça zaten bizim sayılırki.
      -Çüş devenin pabucu, o kadar uzun boylu değil. Besteyi bizmi yaptık ki parça bizim olsun ? Yok boş ver bizim olmasın, zaten biz bunu icra diye kaktırcaz. Uyandırmayalım milleti.
      -Lan istermisiniz sonradan herifler bizi sahtekarlıkla suçlasınlar !
      -O zaman bizde bizim grubun adını değiştiririz, bilmem kim grubunun versiyonundan deriz. Sanki " The House Of The Rising Sun " sadece bir Animals dan mı var yani ? Daha eveli gün Çiğli Amerikan'da dinledim, Frijid Pink diye birileri daha yapmış aynı parçayı. Hemde çok ta baba olmuş. Fuzz lı mazlı, sololu mololu. Harbiden çok hoşuma gitti.
      -Tamam işte bizde öyle bir şey yaparız.
      -Mustafa, yukardan dolaptan biraz dolma kapıp gelsene. Kayıntı bitti, sırf rakı içiyoz burda hemşerim.
      -İyi dur kıza söyliyeyim o getirsin, şimdi pederi uyuz etmeyelim akşam akşam.
      -Beyler benim kafam harbiden bir inceden iyi oldu. Sonra Remzi'nin oraya çorba içmeye gidelimmi ?
      -İyi olur valla gidelim, bana uyar.
      -Ulan girdik ya boyumuzdan büyük bir işin içine, allah sonumuzu hayrede.


      Devam edecek...

      -------------Part 4-----------------

      O akşam çorbacıda kesin kararımızı vermiştik. "The House Of The Rising Sun " ı hazırlayacaktık. Hemen yoğun çalışmallara başladık. Okul haricinde, her fırsatta Can'ların apartmanındaki kazan dairesine gidiyorduk prova yapmaya. Bu arada Kuro'dan bin bir güçlükle izin aldıktan sonra, okulun muhtelif yerlerine yarışma için şarkıcı aranıyor diye ilanlar da astık. Nerdeyse okulun yarısı aday olarak müracaat etti. Meğerse meşhur olmaya ne kadar çok meraklı varmış ! Bu talep karşısında epey şaşırmıştık, ama zaman buldukça hepsini teker teker denemeye gayret ediyorduk. O sene bizim sınıfa başka bir kolejden Bülent diye bir çocuk gelmişti. İngilizcesi çok süperdi. Bir gün sınıfda
      -Beyler icra olarak hangi parçayı yapacaksınız ?
      -The House Of The Rising Sun ı
      -Hadi ya ben o parçayı biliyorum. Eric Burdon'dan defalarca dinledim. Geçen yaz bir arkadaşım Amerika'dan Long Play ini getirmişti. Neden bir de beni denemiyorsunuz ?
      Hoca henüz daha sınıfa girmemişti.
      -İyi söyle bakalım. Sözlerini ezbere biliyormusun ?
      -Buda bana sorulurmu, hastasıyım ben o parçanın.
      -E hadi o zaman.
      -............................................

      Daha ilk dörtlüğü bitirmemişti. Mustafa ile " tamam, işte şarkıcı bu " dedik. Sesinden ve sert yorumundan, özellikle dik olan kısımları okumasından çok etkilenmiştik. Tam bir rock çı ağzı vardı. Aksansız İngilizce'si mükemmeldi.

      -Bilader, dersten sonra bizimle prova odamıza gelirmisin ?
      -Ne o yani, şimdi ben alındımmı gruba ?
      -Yoğo, kim dedi onu ?
      -Ne bileyim, çağırıyorsunuz ya !
      -Sen bir provaya gelde ondan sonra konuşuruz. Çıkışda hep beraber birlikte Bostanlı'ya gideriz.
      -Tamam.

      Bülent bizi çok beğenmişti. Bizde onu.
      En nihayet bir solistimiz vardı. Kafa yapısıda bize çok uyuyordu. Üç beş provadan sonra birbirimizle iyice kaynaşmıştık. Ansamble ı hemen yakalamıştık.

      Bir gün keşhaneye yanımıza Can'ların sınıfından bir çocuk geldi.

      -Selamın aleyküm. Çalışmalar nasıl gidiyor ?
      -İyi valla, fena değil.
      -Ben de org çalıyorum, bir gün çalışmalarınıza bende gelebilirmiyim ?
      Can hemen,
      -Lan İhsan, sen orgmu çalıyon ?
      -Evet.
      -E bu güne kadar neden bundan hiç bahsetmedin ?
      -Fırsat olmadı.

      O gün İhsan da ( nam-ı diğer: Mozart ) gruba son eleman olarak katılmıştı. Artık formasyon tamamlanmış ve en son şeklini almıştı. Mozart gerçekten çok iyi bir klavyeciydi. Uzun yıllar klasik müzik eğitimi aldığını ve rock müzikteki gelişmeleri yakından takip ettiğini söylemişti. Birlikte yaptığımız ilk provada Deep Purple'ın " Child İn Time " ını baştan aşağı çaldığında hepimiz çok ters gelmiş ve çok feci şekilde yamulmuştuk. Nota ve Armoni bilgisi çok iyi düzeydeydi. Onunla iyi anlaşabiliyordum, zira grupda nota yazıp okuyabilen sadece ikimizdik.

      Mozart da gruba katıldıktan sonra Provaları her gün yapmaya başladık. Fakat sayımız beşe çıkınca kazan dairesi yetersiz gelmeye başlamıştı. Müzik hocamız Şekür beyden Kuro ile konuşup okulda bize bir prova odası ayarlamasını rica ettik. Bir kaç gün sonra yatakhanenin en üst katında bir oda çalışmalarımız için tahsis edildi. Hemen ertes igün bütün aletleri oraya taşıdık. Kazan dairesinden sonra o oda bizim için gerçekten muhteşemdi.

      Ege bölgesi elemelerine on gün kadar bir zaman kalmıştı. Bu arada Kuro bizleri sık sık odasına çağırıp, çalışmaların hangi aşamada olduğunu ve bir isteğimizin olup olmadığını soruyordu. Bizde zamanın azlığından şikayetçi olduğumuzu ve eğer mümkünse son hafta öğleden sonraları derslerden muaf tutulmamızı istemiştik. Bunun üzerine Kuro, bunu düşüneceğini ve bizlerle tekrar görüşeceğini söylemişti.

      İcra parçamızı iyice oturtmuştuk. Düzenleme parçamızıda nerdeyse yarılamış ve son haftaya girmiştik. Hepimizde stres hat safhadaydı. Beste ile ilgili daha hiç bir çalışmamız olmamış ve sinirlerimizde son derece gergindi. Grup içinde nedensiz ve gereksiz yere birbirimizi kırabiliyorduk. İşte tam bu sırada Kuro'dan gelen bir haber hepimize ilaç gibi gelmişti. Artık öğleden sonraları derslere girmememize izin verilmişti. Bir kaç gün içinde yoğun bir çalışma temposuyla düzenlemeyide tamamlamıştık. Elemelere üç gün kala Kuro haber göndererek bizi odasına çağırttı.

      -Tak tak
      Yine bir gürleme sesi,
      -Gir.
      Hepimiz sırayla içeri girip,
      -Buyrun hocam, bizi istemişsiniz.
      -Evet. Nasıl gidiyor çalışmalar ?
      -İyi hocam, gayet iyi.
      -Peki bu yarışmada kaçıncı olacaksınız ?
      Hepimiz garip bir şekilde birbirimize bakarak,
      -Valla bilmiyoruz ki hocam. Böyle bir yarışmaya hepimiz ilk defa katılıyoruz.
      -Bilmiyoruz ne demek ? Ha, ne demek bilmiyoruz ? Her gün gece yarılarına kadar yukarda yatakhanenin üstünde tepinip duruyorsunuz, bütün mahalleyi ayağa kaldırıyorsunuz, avaz avaz deliler gibi yırtınmaktan (Bülent'e bakarak ) hiç bir yatılı öğrenciyi uyutmuyorsunuz, ondan sonra da bilmiyoruz diyorsunuz, öylemi ? Hepinizin hakkında bütün ders hocalarınızla konuştum moloz yığınları. Dökülüyorsunuz hepiniz. Haylaz herifler.
      En başta duran Mustafa'ya dönerek,
      -Senin bir tane zayıf olmayan dersin varmı müzik haricinde. Şu boyundan posundan utan.
      -......................
      Can'a dönerek,
      -Ya senin yanındaki güruhdan bir farkın varmı ?
      -......................
      Mozart' bakarak,
      -Sende matematik, fizik ve kimya için özel ders alacaksın. Anlaşıldımı ?
      -Tamam hocam.
      -Cevap istemiyorum. Sersem şey.
      -......................
      Bu sefer bana dönerek,
      -Sen, ya sen koca moloz. Beden eğitiminden, tarihden, coğrafyadan zayıf alınırmı ? Oğlum askerlik dersinden de zayıf olurmu ? Sen fen derslerinden ve matematikten nasıl hep dokuz, on alıyorsun ? Kopyamı çekiyorsun yoksa yanındakinden ? Kim oturuyor senin yanında ?
      Ben Mustafa'yı göstererek
      -Bu oturuyor hocam.
      Kuro anlamakta güçleniyormuş edasıyla bir Mustafa'ya, bir bana bakar. Sonra Bülent'e dönerek,
      -Senin babanı çok iyi tanıyorum. Arkadaşımdır benim.
      -Biliyorum hocam.
      -Sana bilip bilmediğini sormadım moloz. Cevap istemiyorum. Bak ayağını denk al, yakarım senin çıranı. Gece yarılarına kadar kıçını yırta yırta, avaz avaz bağırmayı biliyorsun da, ders çalışmayımı bilmiyorsun ? Gözüm hepinizin üstünde. Hele bu yarışmada bir üçüncü bile olamazsanız o zaman gösteririm ben size dünyanın kaç bucak olduğunu. Artık öğleden sonraları derslere girmemezlik de yok. Yıkılın çabuk karşımdan, görmesin gözüm sizi.
      -..........................
      Aceleyle, kaçarcasına hepimiz Kuro'nun odasından çıkıp doğru keşhaneye indik. Tabi hepimizin suratları on karış.
      -Ver len bi sigara.
      -Al.
      -Yokmu kimsede dibi pamuklu.
      -Sigarayı buldun da pamuğunu arıyon.
      -Abi, bazan şu Kuro'ya ne biçim gıcık oluyom ya iyimi. Herif kolejin reklamından başka bi bok düşünmüyo. Şunun şurasında yarışmaya üç gün kalmış, adamın bize verdiği morala bak.
      -Valla ben bi ara bize girişcek sandım. Çok feci kızdı. Galiba etrafdan, sağdan soldan şikayet ettiler gürültüden.
      -Nağapcaz şimdi biz ? Moraller gram.
      Tam o sırada nöbetçi hoca tuvalete girer.
      -Oğoo, sohbetiniz bol olsun çocuklar. Sigaraların yanına bir de çay alırmıydınız acaba ? Verin bakayım sınıf ve numaralarınızı.
      -x&*£#é?~@*/$%...............


      Devam edecek...


      Yorum


        #4
        süpermiş abi devamını beklioz

        Yorum


          #5
          Abi Black sabbath neysede , Led Zeppelin parçalarını nasıl çaldınız ya da tam olarak çalabildinizmi,ben bi kere Rock'n Roll parçasının solosunu deneyim dedim,tabları kolay gibi gözüküyor ama,gerçekten çok hızlı bir gitar solosu,en iyisi hiç kasmayım dedim,Robert Plant vokali yapcak vokalist bulmakta bir o kadar zor bir olay.Bizde 2004 yılında black sabbath Paranoid parçasını çalmıştık konserde,o kadar zor bi parça değildi açıkcası,ama Led zeppelin coverlamak gerçekten çok zor.

          Yorum


            #6
            Yavuz abi bu yazı dizisini kitap haline getir kapak tasarımı benden Çok sürükleyici gerçekten ne olur gerçek zamanlı git de bir süre, hemen bitmesin lost gibi sardı vallaa

            Yorum


              #7
              Abi Black sabbath neysede , Led Zeppelin parçalarını nasıl çaldınız ya da tam olarak çalabildinizmi,ben bi kere Rock'n Roll parçasının solosunu deneyim dedim,tabları kolay gibi gözüküyor ama,gerçekten çok hızlı bir gitar solosu,en iyisi hiç kasmayım dedim,Robert Plant vokali yapcak vokalist bulmakta bir o kadar zor bir olay.Bizde 2004 yılında black sabbath Paranoid parçasını çalmıştık konserde,o kadar zor bi parça değildi açıkcası,ama Led zeppelin coverlamak gerçekten çok zor.

              Yazı dizimin en başda ki birinci bölümünde bu konuya değinmiştim, her halde gözden kaçtı. Ama zarar yok tekrar anlatayım...
              Esasında bizim için bütün grupların, bütün parçaları zordu. Çünki o zamanlar plaktan başka ses taşıyıcısı yoktu ve yabancı plakları bulmakta son derece zordu. İnternet yoktu ve bu tarz müziklerle ilgili piyasada nota yoktu. Televizyon yoktu ve var olan sadece T.R.T nin radyosuydu. Bu grupların müziklerini nasıl dinleme imkanını bulduğumuzu yine birinci bölümde detaylı bir şekilde anlatmıştım. Forum kirliliği yaratmamak adına bu kısmı es geçmek istiyorum. Ama eğer istersen ve zamanında olursa bununla ilgili anlatımlarımı Part 1. de okuyabilirsin.
              Biz hiç bir parçayı tam olarak çalamıyorduk. Led Zeppelin den çalabildiğimiz tek parça grubun ikinci albümünden " Whole Lotta Love " dı. Tabi ki burdaki şan partınıda kendimizce yorumluyorduk ve ses efeklerinide yapamıyorduk. Black Sabbath dan da ilk albümlerinden şu anda isimlarini tam olarak hatırlayamadığım bir kaç parçalarını çalmaya gayret ediyorduk. Buna da davulcumuz Can'ın bir şekilde bir yerlerden bu albümü bulması vesile olmuştu.

              Yorum


                #8
                tek nefeste okuyorum yazıyı

                Yorum


                  #9
                  Abi bizde yeni jenerasyon olarak, bu plak olayıyla hiç anlaşamadık,ne zman dinlemeye kalksak ya plakları çizdik ,**** pikapın iğnesini kırdık,ben de 83 lü olmama rağmen Kiss ve Pink Floydu ilk kez plaktan dinledim,araba tekeri kadar plaklardı ,long play diye onamı diyolar?

                  Yorum


                    #10
                    ---------------------------------------------Part 5.---------------------------------------------------------------------------




                    Tuvalette nöbetçi öğretmen bize yaptığı suç üstünden sonra, numaralarımızı müdür beye verilmek üzere müdür yardımcısı Zeki beye vermişti. Binbir söz ve yalvar yakardan sonra bu olayı müdür beye aktarmaması için kendisini güç bela ikna etmiştik. Zeki bey çocukları çok seven, her zaman onların arkasında olan, çok kaiteli bir eğitimciydi ( eğer yaşıyorsa kulakları çınlasın, öldüyse allah gani gani rahmet eylesin. Kendisini sevgi ve saygıyla anıyorum ).
                    Odasında bize,
                    -Aman çocuklar bu aralar müdür beye pek gözükmeyin, çok sinirli. Sizin yatakhanenin üstündeki çalışmalarınızdan etraftan çok rahatsız olmuşlar ve emniyete şikayet etmişler. Hatta orda bayağı bir emniyet mensupları ile tartışmış. Bu yüzden bu yarışmaya katılım işinizi bile iptal edecekti. Akla karayı seçtim onu bu düşüncesinden vaz geçirebilmek için.
                    -Hocam allah sizden bin kere razı olsun.
                    -Hocam allah ne muradınız varsa versin.
                    -Hocam tuttğunuz altın olsun.
                    -Hocam allah sizi burdan kurtarsın.
                    -Tamam, tamam, bu kadar da yağcı olmayın.
                    -Ne yağı hocam ! Biz sizi gerçekten çok seviyoruz... Bütün öğrenciler sizi çok seviyor.
                    -İyi ki varsınız. Ya sizde olmasaydınız bizi kim kurtarırdı Kuro'nun,.. şey pardon, yani müdür beyin gazabından hocam ?
                    -Çocuklar, o kelimeyi bir daha duymayayım. Hiç yakışıyormu sizlere böyle konuşma ? Hepiniz pırlanta gibi gençlersiniz, tesüf ederim.... Söyleyin bakalım bana ne isim taktınız !
                    -O nasıl söz hocam öyle. Size isim takmak kimin haddine düşebilir ? Zaten böyle bir terbiyesizliğe yeltenen anında karşısında bizi bulur hocam.
                    -Siz bizim Zeki babamızsınız.
                    Oda da beşimiz hep bir ağızdan,
                    -Ze-ki ba-ba, Ze-ki ba-ba, Ze-ki ba-ba...............
                    -Yeter, tamam çocuklar, şimdi indireceksiniz müdür beyi aşağıya. Hadi bakalım artık sınıflarınıza ve lütfen sizden rica ediyorum, artık bir daha böyle bir şey olmasın.
                    -Siz merak etmeyin hocam.
                    -Hocam bir emriniz varmı ?
                    -Sessizce sınıflarınıza gidin başka bir şey istemiyorum....


                    O gün okuldan çıktıktan sonra hiç birimiz prova odamıza gitmeye cesaret edemedi. Sadece bir ertesi günümüz kalmıştı ve bizim hala daha bir bestemiz yoktu. İşin kötüsü aletler de yatakhanedeydi ve başka bir yerde de çalışma yapabilecek hiç bir olanak yoktu. Beşimiz okulun çıkış kapısı önünde toplanmıştık.

                    Söze Bülent başladı,
                    -Beyler nağapcaz ya ?
                    -Valla benim beynim durdu hiç bir fikrim yok.
                    -Vaz geçelim anasını satayım biz de bu işten, Kuro da görsün o zaman gününü. Nahh yapar o vakit okulun reklamını.
                    -Ya kesin şu saçmalamayı be bilader. Yüzdük, yüzdük kuyruğuna kadar geldik. Şimdi pesmi edeceğiz yani ?
                    -Ağalar, akşam takılalım birimizin evinde. Hem kafaları çekeriz, hemde konuşuruz ne bok yicez diye. Tamammı ?
                    Kemal,
                    -Akşam bizim ev müsait bizde takılalım. Dün akşam peder Phillips marka stereo bir pikap getirdi, hem peace leniriz, hem müzik dinleriz, hemde işleri konuşuruz. Tamammı ?
                    -Af buyur, nasıl bir pikap getirdi ?
                    -Stereo, iki tane kabini var.
                    -İki kabin niye lan hemşerim ? Tek iyi bir kabin yetmiyormu ?
                    -Bilader bu yeni bir sistem, stereo ******. Kabinin birinden gitar sesi geliyo, öbüründen de org. Davul, bass ve şarkıcı ortada.
                    -Len hani iki kabin vardı ! ? O zaman üç kabinli yani, demi ?
                    -Hayır be kardeşim, üçüncü kabin yok. Ama üç kabin varmış gibi şarkıcı, davulcu falan ortadan ********.
                    -Lan mann-yak, sen bizlen ta.akmı geçiyon ? Üçüncü kabin olmadan ortadan sesler nasıl çıkcak ?
                    -Ya kardeşim ben sizlere şimdi ne anlatsam boş. Görmeden, dinlemeden zaten anlamanız mümkün değil. Evde bende ilk dinlediğimde aciğip şekilde ters geldim. Hemde pederin Edit Piaff'ıyla.
                    -Tamam o zaman akşam Kemal'lerde toplanıyoz. Her kez kendi peace ini alsında gelsin. Varmı itirazı olan ?
                    -Yoook.
                    -Hadi bana o zaman eyvallah
                    -İyi hadi güle güle
                    -Tamam, görüşürüz akşama.

                    Ben evde yemekten sonra Kemal'lere gittiğimde Can ile Mustafa ordaydı. Hepsi salonda pickup ın başına toplanmışlardı.

                    Mustafa daha ben içeri girer girmez,
                    -Abi ben böyle bir numara görmedim. Tamamen piskopat bi cihaz... Ters gelcen, ters... Kemal, koy len şuraya Uriah Heep in longunu. Dinlesin bakalım nasıl yamulcak.
                    -E hadi çalın bakalım da dinleyelim.
                    -Haayır, şimdi olmaz. Mozart'la Bülent de gelsin ondan sonra.
                    -Ya yapma işte keçilik, koy da şunu dinleyelim.
                    -Tamam be kardeşim, ne acelen ? Hem peace leri de koyalım önce ondan sonra başlarız. Bülent'le de Mozart şimdi nerdese gelir. Gebermeyin hemen bu kadar aceleden, gece uzun.

                    Kısa bir süre sonra kapı çalar. Bülent ve Mozart içeri girer.

                    -Selamın aleyküm lan ağalar.
                    -Nerde kaldınız, sizi bekliyoz burda lan kırk saat ? Daha gelmediniz diye bu Kemal manyağı bir türlü çalmıyo bi şey.
                    -Abi napalım, yatakhanede yoklama vardı. Yoklamayıda Kuro kendi yaptı bu sefer. Bi türlü sıyıramadık.
                    -Eeeğee
                    -İsmail'i ( yatakhane görevlisi ve gece bekçisi aynı zamanda da müdür beyin akrabası ) kafaya aldık, o bizi bu gece idare etcek.
                    -İyi, işallah okumaz ama sizi İsmail aranız bozulduğunda Kuro'ya !
                    -Hele bi öyle bi şey yapsın, sı.arız onun gagasına.
                    -Aldınızmı lan peace lerinizi ?
                    -Aldık.
                    -Ne aldınız Mozart ?
                    -Ne alcaz ya, rakı aldık tabi.
                    -İyi, bu akşam hepimiz rakıcıyız.
                    -Hangimiz sakilik yapcak ? Hadi Mustafa bu akşam sen yap.
                    -Tamam bilader yaparız.
                    -Ya Kemal, koy artık şu pilağı da dinleyelim be bilader.
                    -İyi tamam, siz peace leri koyun bende plağı koyayım.
                    -Ama Uriah Heep'i koy onu dinleyelim.
                    -Tamam iyi onu koyuyoz işte.
                    Müzik çalmaya başlar.

                    Hepimiz büyük bir şok içinde kilitlenip kalmıştık sound a. İnanılmaz netlikte ve kalitede bir ses vardı. Bütün enstrumanlar tek tek seçiliyordu. Her şeyi çok iyi ve çok geniş olarak duyabiliyorduk. Parçanın ortalarında Kemal,

                    -Hani varmıymış üçüncü kabin ?
                    -Abi, ben harbiden çok ters geldim ya, bu nasıl bi iş ?
                    -Hakkatten ya, nasıl oluyor bu ?
                    Bülent,
                    -Ulen kocakarılar gibi çeneniz çalışıyo haa, susunda şunu bi dinleyelim.
                    Can, usulca yanında oturan Mustafa'ya,
                    -Abi bu işte bi abidik kubidik, ya da bi ali Cengiz oyunu var. Nasıl bi ses bu ya ?
                    -Bilader harbiden bende anlamadım ne iş ! ! !

                    Bir yandan müzik dinlerken, bir yandan da rakılarımızı yudumluyorduk. İlk şaşkınlığı atlattıktan sonra,

                    -Demekki bu herifler esasında böyle çalıyo. Bi de bu adamları konserlerinde dinlesek, heralde hepimizin dibi düşer. Aciğip bi şey.
                    -Marşalların soundu nasıl ama ? Şimendifer gibi herifler haaa.
                    -Harbiden ya, biz haybeye burda uraşıyoz. **** yarından sonra beşbin kişiye de rezil olcaz...
                    -Ulen Kuro, Ulen Kuro. Şu saata bu bize yapılcak işmi ?
                    -Abi adam bizi düpe düz sattı.
                    -Ya bari aletler elimizde olsaydı hiç olmazsa icrayla düzenlemeye çalışırdık daha.
                    -Eğee beste yok !
                    -Sat anasını bestenin, bizde çıkar aslanlar gibi iki parça çalardık, inerdik. Şovumuzuda fıstıklar gibi patlatırdık.
                    -Ondan sonra da diskalifiye olurduk, ömür boyuda beklerdik liseden mezun olcaz diye.
                    -E peki yarından sonra yarışmaya çıkmazsak, sen liseden mezun olabileceni sanıyonmu gerzek ?
                    -Beyler bir dakka, benim bir fikrim var. Biz oraya çıkmasak, ya da iki parçayla da çıksak, neticede Kuro üstümüzden tramvay gibi geşmicekmi ? Geşcek abi. Eğee, kaybedicemiz ne var ? Olsa olsa, her iki şekilde de skandal olur. Bu da okulun iyi bir reklamı demektir. Reklamın iyisi, kötüsü olurmu ? Düşünün bi kere. Beki böylelikle Kuro'nun gazabından da yırtarız. Hem beşbin kişiye de canavarlar gibi havamızıda atarız, müziğimizide yaparız.....
                    -Abi herif doru sölüyo lan valla. Harbiden, ne kaybederiz ki ?
                    -İyi de keşke biraz daha çalışabilsydik. Bende şu ritimleri iyice bi oturtsaydım....
                    -.......................................
                    -Tamam lan, peace ler bittikten sonra gidip yatakaneyi basıyoz, aletleri de alıyoz ordan. Sonada götürüp Can'ların kazan dairesine atıyoz. Yarında hiç birimiz okula gitmiyoz. Hemen acil bi yer bulup öbür gün ölene kadar çalışıyoz... Varmısınız anasını satayım, ha varmısınız ?

                    Hep bir ağızdan,

                    -Varız....
                    -Bu gece basıyoz yatakaneyi. Madem ***, o zaman da ****. Dinsizin hakkından imansız gelir...

                    Bir deli cesaretiyle, kim bilir belki alkolün de etkisiyle, sabaha karşı iki sularında ailelerimizin arabalarını alarak geldik yatakhanenin önüne. Kapıyı açan İsmail'e ellerimizdekileri göstererek, " ya canını, ya da aletlerimizi " deyince İsmail'in birden beti benzi attı ve tamam gelin içeri diyerek kenara çekildi. Bütün öğrenciler uyuyordu. Hep birlikte yanımıza İsmail'i de alarak çıktık en üst kata. Mümkün olduğunca fazla ses çıkarmadan üç arabaya bütün aletleri yükledik. Ordan da doğru Can'ların kazan dairesine.

                    Artık ok yaydan çıkmış ve geri sayım başlamıştı...


                    Devam edecek.


                    -


                    Yorum


                      #11
                      Cok güzel,bunu kitap haline dönğştürsek daha güzel olur sanırım...

                      Yorum


                        #12
                        -------------------------------( Part 6.)------------------------------------

                        Bütün aletleri kazan dairesine bıraktıktan sonra sahildeki Grup kahvesine gelmiştik. Saat sabah beş gibiydi. Bir kaç sevgili çiftten başka kimseler yoktu. Yorgunluk ve uykusuzluktan bitmiş bir halde sandalyelerin üstüne yığılmıştık. Hiç birimizin ağzını bıçak açmıyordu. Büyük bir harpten çıkmış yorgun savaşçılar gibiydik. Her kezin gözü bir noktaya kilitlenmiş, hiç kımıldamadan öylece oturuyorduk. Adeta konuşmadan birbirimize birşeyler anlatıyorduk, " eyvah biz neler yaptık " der gibi.

                        Ağır bir eda ile şafak sökmeye başlamıştı.
                        Aniden, " Doğan Güneşin Evi " ndeki sessizlik bir hıçkırık sesi ile bozuldu. Ardından diğerleri de katıldı bu duygu seline.
                        Ağlıyordu altı genç adam haykırırcasına tan vakti sessizliğinde... Kim bilir, akan gözyaşları belkide isyanlarının başka bir şekliydi. Belki de çaresizliğin siyah beyaz bir resmiydi. Yanıbaşlarında ki deniz, bütün suskunluğuyla dinliyordu onları ve patlayan duygularını. Şahitti o bu başkaldırıya, tıpkı kendisinin fırtınaya isyanında olduğu gibi.

                        Uzun süren bir sessizlikten sonra yaşam yeni bir güne yine merhaba derken,

                        -Arkadaşlar, okula gidip Kuro ile konuşmalıyız. Dün geceki olaydan sonra belki bizi polise de şikayet etmiştir.
                        -Evet, bencede gidip konuşalım başımıza daha büyük işler almadan.

                        Hep birlikte yürüyerek okulun yolunu tuttuk. Geldiğimizde daha ders zili çalmamış, her kez yeni geliyordu.
                        Biz de okul kapısının önünde müdür beyin gelmesini bekliyorduk. Tabi bizim onu beklediğimizi göremeyeceği bir yerde.

                        Bülent,
                        -Beyler, benim moralim çok feci bozuk. Bu herif odasında üzerimize yürücek olursa ben bu i.neye kaynıcam, haberiniz olsun.
                        -Saçmalama lan mann-yak, zaten başımız belada bi de senin bokunla uraşmayalım orda. Herif istese bizi içeri attırır geri zekalı. Sen dün gece bizim ne bok yedimizi hatırlamıyon galiba kafanın kıyaklığından.
                        -Evet beyler, hepimiz sakin bir şekilde konuşcaz. Bülent sen sakın ağzını açayım deme, tamammı kardeşim ?
                        -İyi tamam ben hiç konuşmam.

                        Yarım saatlik stres ve heyecan dolu bekleyişten sonra müdür bey gelmiş ve yukarı çıkmıştı. Bizde on dakika kadar sonra odasına gittik. Kapısının önünde hepimizin eli ayağı titriyordu. Aslında hiç birimizin içeri girmeye cesareti yoktu ama başka yapılacak bir şey de yoktu. Son derece gergin bir vaziyette,

                        Tak, tak, tak....
                        -Gir
                        -Günaydın hocam.
                        -.....................
                        -Hocam biz sizinle konuşmaya geldik.
                        -Dün gece karıştırdığınız haltlarımı anlatacaksınız bana ?
                        -Evet hocam..
                        -Güruh herifler, sizde hiç utanma yokmu ?
                        -Biz güruh muruh değiliz hocam, o güruh her ne demekse.... Yeter artık... Bize bir pislikmişiz gibi davranmaktan vaz geçin. Utanması gereken biri varsa o da sizsiniz. Bizimle ya doğru dürüst adam gibi konuşursunuz, ya da ................
                        -Ya da ne , ne yaparsınız ? Yoksa İsmail'e yaptıklarınızı banadamı yaparsınız ?
                        -Biz hepimiz sizinle buraya konuşmaya geldik, bir şey yapmaya değil. Yarın yarışma var, bütün okullar harıl harıl çalışırken biz sizden korkumuzdan kendi aletlerimizi alıp prova bile yapamadık. Ama artık sizden korkmuyoruz hocam. Siz istesenizde istemesenizde biz yarın o yarışmaya çıkacağız. Buna da siz dahil kimse engel olamayacak, çünki biz müziği çok seviyoruz. Çünki biz bu işe çok emek verdik ve bu yola baş koyduk hocam.....
                        -Evet hocam aynen öyle.
                        -Aklınızdan bile geçirmeyin bize engel olmayı hocam. Sizin bu ticaretanenizin iyi de reklamını yapcaz, daha ne istiyonuz ?
                        -...................
                        -Demek bu kadar kararlısınız, demek her şeyi göze aldınız! Öylemi ?
                        Hep bie ağızdan,
                        -Evet.
                        -Doğrusunu isterseniz beni çok şaşırttınız. Bir de derslerinizde bu kadar kararlı ve istekli olsanız ne iyi olurdu.
                        -O da olur.
                        -Siz bize yardım edin, bizde derslerde başarılı olacağımıza size söz verelim.
                        -............................
                        -Peki benden nasıl bir yardım bekliyorsunuz ?
                        -Daha bestemizi yapamadık. Bugün ve yarın öğleye kadar bize çalışma yapabileceğimiz bir yer temin edin.
                        -............................
                        -Pekala. Çıkın biraz dışarı, kapının önünde bekleyin ben sizi tekrar çağırana kadar.

                        Dışarda beklerken,
                        -Abi Kero'ya noğoldu lan öyle.
                        -Duyduklarımız dorumuydu çocuklar, yoksa ben rüyamı görüyom? Mozart, cimciklesene bi kolumu.
                        -Bilader, biz çok daha önceden Kuro'yla bu şekilde konuşsaydık şimdi her şey daha farklı olurdu.
                        -Evet ya, adam bütün okulu böyle sindirdi. Bizde keriz gibi ne biçim tırsaki olduk.

                        Birden kapı açıldı,
                        -Gelin içeri.
                        -...................
                        -Aletleriniz nerde şu anda ?
                        -Bizm apartmanın kazan dairesinde hocam.
                        -Ben şimdi Ege Yat ın müdürü ile görüştüm. Bugün ve yarın onların büyük salonunda son çalışmalarınızı yapacaksınız. Sakın orda beni ve okulunuzu küçük düşürecek bir davranışınız olmasın.... Lütfen.
                        -Siz hiç merak etmeyin hocam.
                        -Yarın sabahtan Şekür bey de çalışmanızda yanınızda olacak... Şimdi aşağıya gidin. Okulun şöförü sizi bekliyor. Hep beraber gidin ve aletlerinizi Ege Yat'a götürün.
                        -Sağolun hocam.
                        -Teşekkür ederiz.
                        -Yüzünüzü kara çıkarmıcaz hocam.
                        -Tamam hadi. Gidin şimdi.....

                        Dışarı çıktığımızda seviçten havalara uçuyorduk. Merdivenleri üçer beşer inerek okulun arabasına bindik. Yolda Bostanlı'ya giderken,
                        -Ya beyler, biz bu Kuro'yu biraz yanlışmı tanıdık ne ?
                        -Harbiden ha, kaç yıldır bu okuldayım onu hiç böyle görmemiştim, iyimi ?
                        -Ben en çok manyak Bülent'den tırstım, şimdi kalkar yine salakça bir şey yapar diye.
                        -Abi, adam belki bize böyle davranmak zorunda, ama esasında öyle değildir. O da Zeki baba gibi olsaydı okul Dingo'nun ahırına dönerdi o zaman.
                        -Tabi ya, bizim gibi bu kadar azılı heriflerle uğraşmak kolaymı ?
                        -Siz ne derseniz deyin, ben o herife kılm bilader.
                        -İyi sen öyle ol da fazlada ön yargılı olmayalım istersen ha !
                        -Ulan acaba Kuro bizi gece Zargo'lara gambazladımı ? Hiç bi şey de demedi.
                        -Sanmam abi, öyle olsaydı polisler gelirdi.
                        -Len keriz, dün eve gittikmiki gelip gelmediklerini biliyon ?
                        -Ulan Allahın zurnası, öyle olsaydı zargolar okula gelmezmiydi ?
                        -O da doru !
                        Şöför Necati abi,
                        -Çocuklar dün gece yatakhaneyi basmışınız ha ?
                        -Sen nerden duydun Necati abi ?
                        -Yemekhanenin aşcısı Hatcanım söyledi. Helal olsun çocuklar size. O keçi İsmail korkusundan donuna sı.mış.
                        -Gıcıkmısın İsmail'e Necati abi ?
                        -He valla, hemde nasıl.
                        -Ağalar, bence dün gece hepimiz direkten döndük valla. Bi de bugün Kuro'nun iyi tarafınamı denk geldik nedir ?
                        Necati abi,
                        -Çocuklar, karışmak gibi olmasın ama Abdurrahman beyi bence çok yanlış tanıyorsunuz. Bu işe başladığımda ben de önceleri sizin gibi düşünüyordum. Onu hiç tanımıyorsunuz. Daha doğrusu sadece yüzündeki maskeyi tanıyorsunuz. Esasında çok kıyak bir adamdır. Onu gerçekten tanıyıpta hiç sevmiyorum diyene hiç rastlamadım...
                        -Hadi bakalım, şimdi de burdan buyrun ! ! !

                        Aletleri Can'lardan alıp Ege Yat'a gelmiştik. Denizin içinde küçük bir ada gibi harika bir mekan. Daha önceden hiç birimiz içini görmemiştik, Bülent ve Mozart haricinde hepimiz Karşıyaka'lı olmamıza rağmen. Burası o tarihlerde yanılmıyorsam Karşıyaka spor kulübüne aitti ve yelkencilik faliyetleri sürdürülüyordu. İçerdeki büyük salona bütün aletleri kurduk. Daha sonra da oranın müdürü geldi ve bize yarın akşama kadar dilediğimiz şekilde orda çalışabileceğimizi söyledi. Tam giderken de, bizi bu kadar çok seven bir müdürümüz olduğu için çok şanslı çocuklar olduğumuzu söyledi. Tabi biz bunu duyunca nerdeyse şok olmuştuk...

                        O gün akşam dokuza kadar sürekli iki parçamızı çalışmıştık. Hepimiz çok yorgun olduğumuzdan daha fazla sürdüremedik. Ertesi gün sabah sekizde orda buluşmak üzere hepimiz evlerimize dağıldık.
                        Ben akşam eve geldiğimde annemden ve rahmetli babamdan bir sürü azar işittim, dün gece neden eve gelmedim diye. Bende sabahlara kadar çalışma yaptık diye yalan söylemek zorunda kaldım. Babam, bu uğraşmalarımızın boş olduğunu, yaptığımız müziğin müzik olmadığını ve yarışmada da asla kazanabilme şansımızın olmadığını söyledi. Nur içinde yatsın, rahmetli babacığım her türlü nefesli sazı çalardı ve çok iyi partisyon okurdu. Bende ona, " istersen sonradan pişman olabileceğin şeyleri söyleme " diyerek çok büyük bir küstahlık yapmıştım. O gün babama sarfettiğim bu cümle yıllarca beni yiyip bitirdi. Daha hala, bugün bile kendime lanet ederim o sözlerimden dolayı. İnşallah beni affetmiştir babam...

                        Sabah evde hemen alelacele kahvaltı yaptıktan sonra, bu gün bile bilmiyorum neden, Aşık Veysel'in şiir kitabını alarak çıktım. Yolda giderken kafama bir ezgi takıldı. Unutmamak için sürekli içimden tekrar ediyordum. Nasıl oldu bilmiyorum, birden kafamda ritimler, bass, gitar, klavye, hepsi oluştu. Hatta intro bile kafamda canlandı. Yol boyunca aralıksız aklımdakileri tekrar ediyordum. Geldiğimde ekip tam kadro ordaydı. İçeri girer girmez hemen elime gitarı alarak kafamdaki şan ezgisini armonize etmeye başladım. Bir yandanda melodinin notalarını yazıyordum. Mozart yanıma gelerek,

                        -Ne o bilader ne iş ?
                        -Abi bir dakika şunu bir tamamlayayım.
                        -......................
                        Sonra la, la, lar la melodiyi söyleyerek kendime gitarla eşlik etmeye başladım.

                        -Ana, kimin lan bu parça.
                        -Kimsenin, daha doğrusu benim, yolda gelirken aklıma geldi. Hayatımda yaptığım ilk beste oluyor kendileri.
                        -E tamam işte, besteyi yapmışsın len sen ! ! !
                        -Nasıl beğendinizmi çocuklar ?
                        -İyi hoş süper de, biz ne çalcaz hemşerim ?
                        -Acele etmeyin, hepinizin çalcakları kafamda, hepinize tek tek göstereceğim.

                        Önce Can'a ritimleri gösterdim. Sonra Mozart'la akorlar üzerinde biraz oynadık. Arkasından da Mustafa'ya biraz bass ları anlattım. Ondan sonra da başladık parçayı çalmaya.....
                        Çok iyi tınlıyordu, sanki önceden defalarca çalmışız gibiydi. İntroyu da yaptıktan sonra Bülent,

                        -E bilader ben ne söylicem ?

                        Aklıma birden birlikte getirdiğim Aşık Veysel'in şiir kitabı geldi. İçini ilk defa şöyle bir karıştırırken " Çok yalvardım, çok yakardım " diye bir şiiri dikkatimi çekti. Baktım, hece düzeni benim melodiye çok uyuyor.
                        Hemen bir kenara çekilerek Bülent ile başladık sözleri ezgiye otutmaya. Bülent olayı hemen kapmıştı. Sonra üç beş kere hep birlikte denedik. Hiç de fena olmuyordu. İnanılmaz bir şekilde gaza gelmiş ve parçayı defalarca tekrar ediyorduk. Saat oniki gibi Şekür bey geldi.
                        Önce ona besteyi dinlettik, sonrada diğer iki parçayı çaldık.

                        Bittikten sonra Şekür bey,

                        -Valla çocuklar, son iki parçanızdan pek tatmin olmadım ama, ilki fena değildi. Bestenizmiydi o ?
                        -Evet hocam.
                        -Güzel, hanginiz yaptı ?
                        -Yavuz yapmış bugün yolda buraya gelirken hocam.
                        -Aferin, fena olmamış... Parçalarınızı bir kaç kez daha dinlemek isterdim ama zamanımız daralıyor. Saat iki de Atatürk spor salonunda olmamız gerekiyor. Yavaş yavaş toplansanız iyi olur. Daha kıyafetlerinizi değiştireceksiniz. Müdür bey hepinizin gri okul pantolonlarını ve beyaz gömleklerinizi giymenizi istiyor. Ona göre.
                        -Hocam sizdemi gelceniz bizimle ?
                        -Evet bende geleceğim sizlerle. Hem akşamada size bir sürprizim var. Hadi bakalım, şimdi her kez evine gidip giyinip gelsin. Saat tam birde burda buluşacağız. Tamammı çocuklar ?
                        Hep bir ağızdan,
                        -Tamam hocam.
                        -Saat tam birde burdayız.
                        -Oraya nası gitcez hocam ?
                        -Okulun arabasıyla. Hadi sallanmayın, gidin artık. Ben sizi burda bekliyorum.

                        Hep birden giyinmek için evlerimize dağıldık...



                        Devam edecek.

                        Yorum


                          #13
                          her bir bölümü bitirdiğim de gelecek bölümün aşırı merakı başlıyor...

                          Yorum


                            #14
                            Evet artık fanlar oluşmaya başlicak sonunda, mesela "kızlar kuroyu çok çekici buluyorlar" işte "abi ben Bülentçiyim" falan forum hikayenin yeni bölümleri geldiğinde buraya kitleniyo olayı olabilir yakında

                            Yorum


                              #15
                              Hehehe abi yarın okula kalkacam bi sarmaz mı hikaye 40 dakkadır okuyorum valla babam diyo yat yat ehehe yarışmayı da merak ettim bak

                              Yorum

                              Unconfigured Ad Widget

                              Collapse
                              Initializing Tabs & loading Content...
                              Initializing Tabs & loading Content...

                              Trending

                              Collapse

                              Bu kriterlere uygun sonuç bulunamadı.

                              Çalışıyor...
                              X